Muse - Absolution
Muse, 20 yıl önce ilk albümü Showbiz ile hayatımıza girdi ve progresif rock müziğin İngiliz temsilcilerinden biri oldu. 3. albümü Absolution ile birçok eleştirmenden 'Hamdılar, piştiler, oldular.' tarzı yorumlar alan grup, bu albümünde 2000'lerin gerektirdiği yenilikçiliğe de yer verdi.
Milenyumun başında Radiohead'in keşfettiği elektronik altyapının Coldplay gibi İngiliz gruplar tarafından kullanılmaya başlamasıyla Muse da kendini bu akıma kaptırdı. Konserlerinde bu albümündeki şarkıları orkestra eşliğinde çalmasını gerektiren, Absolution'u Muse'un en dikkat çekici albümü haline getiren enstrümantal altyapıysa Matt Bellamy'nin eseri. Önceki albümü Origin Of Symmetry'den daha az dramatik olan bu albüm, temasının delilik olmasıyla da Pink Floyd'un The Dark Side Of The Moon'unu çağrıştırıyordu. Fakat Irak Savaşı'nın patlak vermesiyle şarkılara politik mesajlar konuldu ve albümün teması yeniden şekillendi. Komplo teorileri, korkular, inançlar ve kıyamet şarkılarda ele alınan konulardı.
Açılışı yapan Apocalypse Please, Matt Bellamy'nin şarkıyı Jeff Buckley veya Thom Yorke tarzı söylediği, din fanatikleri hakkında epik bir şarkı. Liberace'den esinlenilmiş piyano sesleri ve arpejler ortaya bir rock operası çıkarıyor. İkinci şarkı Time Is Running Out, Muse'un imza şarkılarından biri. Gizliden gizliye dünyayı yöneten otoriteleri anlatan bu şarkıda, politik mesajlar verilmeye başlanıyor. Şarkının en ilginç taraflarından biri de, davul olarak baloncuklardan ve tekerleklerden yararlanılması. Time Is Running Out, David Rockefeller tarafından kurulan ve akademisyenlerden, sendika ve büyük şirket yöneticilerinden oluşan 'Üçlü Komisyon' adlı topluluğa ithafen yazıldı. Bellamy, bu topluluğun dünyayı yönettiğini düşünüyordu. Time Is Running Out ile Hysteria, Matt Bellamy'nin yarattığı şaheser ve minimal riflerin bulunduğu, kafanızdan kolay çıkmayacak şarkılar.
Muse'un şarkı isimleri konusunda ekstra yaratıcılık gösterdiği bu albümde, her ismin de bir hikayesi var tabii. Butterfly And Hurricanes 'kelebek etkisi'nden gelirken, Stockholm Syndrome da 1973'te Stockholm'daki bir banka soygununda rehinelerin soygunculara aşık olması ve mahkemede onları savunması hikayesinden çıkan hastalıktan bahsediyor. İnançsız bir adamın ölümün onun için kesin bir son olduğunu fark etmesini anlatan Thoughts of a Dying Atheist'in melodisi ise punk rock'ın 1930'ların şarkılarıyla harmanlanmış hali gibi.
Her şarkının orijinal sözleriyle, alışılmadık enstrümanlarla uzaydan gelen bir orkestrayı dinliyormuşuz havası uyandırması, belki de albümü 21. yüzyılın en iyi rock albümlerinden biri haline getiriyor. Bellamy'nin ünlü piyanist Rachmaninov ile kıyaslanmasını sağlayan piyano hünerlerinin de bu duruma katkı sağladığı kesin. Her yönüyle marjinal olan Absolution, kesinlikle milenyumu hissettiren başarılı bir albüm.