Nilüfer Yanya - Miss Universe
Londra çıkışlı genç müzisyen Nilüfer Yanya, İngiltere’nin son zamanlarda çıkardığı en iddialı yıldız adaylarından. Yakın gelecekte ismini büyük puntolarla yazdıracağını umduğumuz Nilüfer Yanya için belki de o kadar beklememize gerek yoktur.
2016’da yayınladığı Small Crimes ve Keep On Calling teklilerinden itibaren bir yıldızın doğuşuna büyük bir memnuniyetle tanıklık ettiğimiz Nilüfer Yanya, Plant Feed ve Do You Like Pain? kısaçalarlarından sonra ilk stüdyo albümü Miss Universe’ü ATO Records etiketiyle 22 Mart’ta servis etti. Indie rock, soul, jazz ve trip hop türlerini bir noktada buluşturan Miss Universe’ün prodüktör ekibinde eski gitar öğretmeni Dave Okumu, John Congleton, Oli Barton-Wood, Will Archer, M.T. Hadley ve sahne arkadaşları Jazzi Bobbi ve Luke Bower yer alıyor.
Yanya ilk uzunçaları olan Miss Universe’ü, mümkün olduğunca bu albüm için yazdığı yeni şarkılardan oluşturmaya gayret etse de Monsters Under The Bed gibi çok önceden yazılmış şarkılar da mevcut. Miss Universe açılışını ilerledikçe albümün içinde benzerlerini sık sık göreceğimiz mini sekanslardan; WWAY HEALTH ile yapıyor. Bu kısa monolog sonrası albüm tam anlamıyla In Your Head ile başlıyor diyebiliriz. Londra’lı genç müzisyenin kısa kariyerinin şimdiye kadarki en hareketli, en enerjik çalışması olarak karşımıza çıkıyor. In Your Head sonrası tempo bir nebze de olsa Paralysed ve Angels ile düşüyor. Bu iki şarkı özellikle elektro gitarın oynadığı rol bakımından 2017 çıkışlı kısaçaları Plant Feed’de bulunan The Florist ve Sliding Doors’u andırmıyor desek doğru olmaz. Şimdiye kadar hep şarkılarının altyapısını oluşturduğu minimal elektro gitar tınılarıyla dikkat çeken Yanya, Miss Universe ile bu kez söz yazarlığında da ne kadar marifetli olduğunu gözler önüne seriyor. Yanya, kendisinin genç bir kadın olarak hissetmesini sağlayacak türdeki yoğunluğu ve açlığı çözdükçe, dış etkenler bütün anlamını yitiriyor. Angels’da geçen “Got to learn, Got to realize what this means, Got to earn, Got to decide who to please,” bu sözler bunun en büyük işareti.
Albümün ortalarına gelindiğinde Baby Blu ile Nilüfer Yanya’daki müzikal anlamda değişim sinyallerini almaya başlıyoruz. Önceki çalışmalarından aşina olduğumuz ağır, baskın ve gergin melodili gitar motiflerinin aksine daha önce Yanya’dan pek de deneyimlemediğimiz pop elementleri işin içine dahil oluyor. Bu hem onun için hem de müzikseverler için deneysel bir tecrübe vadediyor.
Albümün bir diğer dikkat çeken şarkısı ise Melt. Bünyesinde barındırdığı saksafon ile artık aşina olduğumuz klasik “Nilüfer Yanya” tarzının güzel bir örneği. Melt’i ilk dinlediğimizde akıllara 2017 çıkışlı Golden Cage teklisi gelebilir zira bu iki şarkıda da saksafon varlığıyla bir hayli kritik rol oynuyor. Albümün kapanışını yapan Heavyweight Champion Of The Year, içgüdüsel bir şekilde müziğini olabildiğince “minimalist” bir çerçevede tutarak albümü özetliyor.
Günün sonunda Miss Universe birkaç şarkının tek başına alıp götürdüğü bir çalışmadan ziyade bütün albümün baştan sona müzikal anlamda bir şeyler anlatma, sesini duyurma çabasına tanıklık ediyoruz. Her şeyden de önemlisi bunu gerçekleştirirken karşımızda yenilikçi, yaratıcı ve daha da önemlisi özgün olmayı ihmal etmeyen genç bir kadın var.